Showing posts with label bebekle hayat. Show all posts
Showing posts with label bebekle hayat. Show all posts

Thursday, March 26, 2015

Siyah&Beyaz


Siyah beyaz fotoğraflara bakarken, sadece fotoğraf bakıyormuşum gibi değil de bir de hikaye dinliyormuşum gibi gelir bana hep. Sanki siyah ve beyaz dışındaki renkleri çıkarınca, fotoğrafa yeni bir boyut daha eklenmiş gibi. Denizin kokusu, daktilo tıkırtısı, oğlumun elini uzatıp yanağıma dokunuşu gibi. Biz bu kareleri çekerken bu kadar artistik ve ulvi bir amaç gütmedik halbuki. Hava soğuk ve griydi. Yüzüm soluk ve makyajsızdı. Çare siyah beyaz fotoğraf kadar uzağımızdaydı. Siz yine de içinde çok aşık bir kadının ve çok afacan bir oğlanın olduğu bir hikayeyi dinliyormuş gibi yapabilirsiniz.

Tuesday, March 24, 2015

Urla


İzmir'in beni mutlu ettiği bir günden bahsederken konu ister istemez Ankara'ya bağlanıyor ve ben sürekli eski sevgilisini şikayet edip çekiştiren tipler gibi hissediyorum. Ama geçtiğimiz Pazar günü tam da öyle bir gündü ve şu an biraz Ankara dedikodusu kaçınılmaz. İzmir'i ne zaman tam olarak kanıksar, sürekli Ankara'yla kıyaslamayı bırakırız bilmiyorum. Ama sürekli ve durmaksızın ömrümün en acaip yağmurlarını gördüğüm bu İzmir kışında, Ankara'dayken internetten yağmur yağmadı bu yaz kesin susuz kalıcaz korkusuyla barajların doluluk oranlarını her gün kontrol edişimiz geliyor aklıma. İzmir'in de soğuğu soğuk ama en azından aydınlık. Güneş ısıtmasa da kışın, en azından aydınlatma görevini yerine getiriyor. Ankara'da çalıştığım şirkette bütün kış ve sonbahar boyu sürekli duyduğum bir cümle vardı. Hava tam evde yatma/battaniye altında kitap okuma/camdan dışarı bakıp kahve içme havası. Bu cümlenin İzmirde pek popüler olduğunu düşünmüyorum. Yağmur yağmıyorsa hava genelde dışarı çıkma havası gibi oluyor. Ya da sadece bizim gibi yıllarca Ankara ayazına maruz kalıp sel filan olmadıkça uygun kıyafet ve ekipmanla dışarı çıkmanın mutlaka bir yolunu bulanlar için geçerli bu durum. Hikayenin Ankara-İzmir analiz kısmını geçersek, evet pazar günü hava muhteşemdi. Demir olmasa denize girerdik filan deyip ayağımızı elimizi suya sokup donunca farkettik saçmaladığımızı. Mart ayında denize girmesek de olur elbet. Kumsalda montsuz oturup, Demir'i arabasında uyutup deniz kenarında bir masada güneşin kemiklerimizi ısıtmasını hissetmek, evden çıkıp yarım saat sonra Urla'da kahvaltı etmek, dönüşte pazara uğrayıp pazarcılar tarafından ayaküstü ege otları dersine maruz kalmak da yeter. 
E o zaman hadi hemen yine haftasonu gelsin de, Alaçatı ot festivali iştirakçıları olarak şükür ve minnet duaları eşliğinde kendimizden geçelim bu kez de.
Hızlı çarşambalar, perşembeler, cumalar, keyifli ve uzun cumartesiler ve pazarlar dilerim efenim.


Sunday, January 18, 2015

Paralelci






Bir itirafım var. Seçme hakkım olsa yine bu yoldan giderdim ama bazen bu ev kadını, çocuklu anne halimden çok korkuyorum. Daha uzun süre içine tıkılıp kalırım diye en çok. Lisanstan mezun olup mastera başladığım dönemde, yeni yeni iş görüşmelerine gittiğim, kendimi o çok meşhur kimya şirketinin yeni ürün uzmanı filan olarak hayal ettiğim zamanlar, master hocamla radar görünmezliği sağlayan bir kaplama geliştirme uğruna deniz kuvvetleri komutanlığı toplantı odalarının birinde ya da izmite gidip bir denizaltının içinde bir başka toplantıda köşeye geçmiş denizaltının yaklaşık kaplama gerektirecek yüz ölçümünü hesaplamaya çalışırken ya da ne biliyim tez makalem o A sınıfı dergide basıldığında, kendimi çok da uzun olmayan bir süre sonra evde oğlumla çizgi film izlerken hayal etmiyordum. Topuklularımın üzerinde, herkes gibi sıkıcı ve klasik olmak zorunda olmayan kıyafetler içinde, saçımı savurarak bir toplantıya koşturacağımı filan düşünüyordum sanırım. Toplantı için beni beklemişler de geç kaldığım için bir kutu makaron getirmişim mesela(hiç makaron sevmiyorum ama ortamları yumuşatıp yüzleri gülümsettiğini kabul etmeliyim). Ah hayaller! Doğurduğum çocuğu bırakıp kariyerime(bu lafı sevmiyorum) devam edebileceğimi sanıyordum sanırım, ya da çocuğun kendi kendini büyütebileceğini.
Şimdi, evde bebeğimle birlikte geçirebildiğim bu zamanın hem bir lütuf hem de çürümem için kurulmuş bir tuzak olduğunu düşünüyorum. 
Bir yolu seçiyoruz ve aklımız ister istemez "diğer yoldan gitseydim ne olurdu" da kalıyor. 
Diğer yoldaki Funda, haftasonları napıyosun tatlım? Sen de bisiklete binip o çirkin sesinle bir türkü tutturuyor musun?
Mutlu haftalar!
Bu hafta, seçtiğimiz yolun -daha- doğru yol olduğunu gösteren işaretlerle dolu olsun!

Tuesday, December 30, 2014

Pazar Gezmesi















Yay burcu olmamın bu durumla gerçekten alakası var mı bilmiyorum ama, bütün bir günü, özellikle de bir tatil gününü evde geçirmek resmen başımı ağrıtıyor. Erman dün sabah "Keşke Ankara'da olsaydık, yapacak bişey olmazdı, evde yatardık" deyince acaba bu iki hayatımın anlamını da böyle tin tin peşimden sürekli bi yerlere sürükleyerek eziyet mi ediyorum diye düşündüm. Neyse sonuç olarak İzmir'deyiz ve sanırım 40 yıl gezsek İzmir'i bitiremeyiz. Biraz mızmızlanma duysam da gün sonunda peşimden sürüklediklerim de mutlu olduğuna göre pazar gezmelerine devam. Bu pazar Urla'ya gittik. Eski taş binalara yine platonik aşık liseli gençler gibi baktık durduk. Bugünkü mimari neden bu muhteşem binaları numunelik birer nostaljik öğe olarak yalnız bırakıp, bizi aynalı camlı dev plazalara ve  led aydınlatmalara mahkum bıraktı, bunu çılgınca merak ediyorum. Yüz yıl önce binalar bu kadar güzelken, şimdi bu kadar çirkin olmak zorunda olmamalılardı. Bu da blogumu okuma ihtimali pek olmayan müteahhit(yazım için google'a baktım evet) amcalara mesajımdır. Ve tabi binalar artık eskisi kadar güzel olmadığı için kapılar da eskisi kadar güzel değil. O yüzden bulduğumuz her güzel kapıyı bir sanat eseri gibi inceleyip, önünde hatıra pozu vermeden ilerleyemiyoruz. Sonra bir tatlıyı paylaşıp, soba başında bir çay içip biraz dinleniyoruz. Sahil yolunda 3 antika koltuk görüp, arabayı çekiyoruz kenara. Koltuklar için durduğumuzu unutup, bulduğumuz taşları çılgınca denize fırlatıyoruz. Sonuçta mutlu oluyoruz. 

Yeni bir yıla iki gün kaldı. Yılbaşı gecelerinde böyle bir kapıdan geçecekmişiz ve birden bişiler değişecekmiş gibi hissediyorum hala. Ama genellikle 1 Ocak sabahı, yabancı bir evde uyanmışım gibi bir hisle uyanıyorum daha çok. 2014 acayip bir yıldı. Biz ailecek hayatımızla ilgili çok büyük kararlar aldık. 2015 bize bu kararların yerinde olduğunu ispatlar umarım. Ve 2014'ün bu son pazarı gibi, bir "hadi"yle yerimizden kalktığımız, ummadığımız anda ummadığımız güzelliklerle karşılaştığımız, çok güldüğümüz ama günün sonunda neye güldüğümüzü unuttuğumuz anların çok olduğu günlerimiz olur.

2015'te ayrıca bu gezegenin insanları olarak biraz daha akıllı olabilmeyi diliyorum. Umarım hem sakin, hem eğlenceli, hem çok farklı, hem çok empatik, çok yetişkin ve çok çocuk, ve mümkünse, lütfen, illaki asgari düzeyde insan oluruz.
Mutlu yıllar kim olduğunu bilmediğim insanlar.
Yeni yılınız kutlu olsun!


Tuesday, November 25, 2014

Günlük

07:48 uyandım. 
Dün akşam Demir’i uyutmaya çalışırken uyudum diye. 
09:15 kahvaltı hazırlıkları. Demir bir bacağıma yapışık, illa tezgâhta olup bitene bakacak. Demir’i kucağıma alıp, yumurtaları çırpıp, içine biraz peynir biraz dereotu koyuyorum. Kucağımda oğlum, tek elle neler yapabiliyorum diye aklımdan geçirip bir an bunu övünülecek bir şey sanıyorum. Demir kucağımda, omleti çeviriyorum. Omletin iki lokmasını Demir, kalanını ben yiyorum. Kahvaltı masasında camdaki yansımamı görüp, göbeğimi içime çekip, sırtımı dikleştiriyorum. Hava güzel dışarı çıkıyoruz. Demir parkta mavi salıncağı seçip oturuyor. Havuza taş atmak için yerden taş topluyor. “Hadi oğlum” diyorum. “Hadi”yi Demir’e dediğim anda pişman oluyorum. Bırak çocuk dokunsun toprağa, etrafı incelesin falan filan bir gürültü kafamda. Uyku vaktine yakın eve dönüp meyve saati yapıyoruz. Demir’in önüne kitabı açıp, o gün menüdeki meyvelerden kitaptaki hayvanları seslendirirken Demir’in ağzında sokuşturuyorum. Çocuğunuza yemek yedirirken başka şeylerle oyalamayın bıdıbıdı sesleri bu sefer kafamın içinde. 
12:30 çocuğum uyudu. Panik halindeyim. Uyanmadan yemek hazır olsun, çamaşırları kaldırayım, makinayı boşaltayım, televizyonu açıp biraz insan göreyim, kitap almıştım yeni, kahve içesim var, oydu buydu saat 14:00. 
Telsizde bir yoklama sesi. 
Anyeee! 
Öpüşme, koklaşma, sarılma. Biraz araba, biraz boyama. Acıktık, yemek yiyelim. Yedik. Mama sandalyesini silip, yere dökülenleri toplayıp, kirlileri makinaya yerleştirip, Demir’i yapıştığı bacağımdan silkeliyorum. Koltuğa atıp kendimi biraz blog geziyorum. Günlük bakım ritüelim diye bir yazı. Ben yazsam ne yazarım diye düşünüyorum, bir gülme alıyor beni. Yerdeki, Demir’in arkasıyla dişini kaşıdığı diş fırçamı alıp banyoya gidip, dişlerimi fırçalıyorum. 
Sonra yine park, sonra yine ev, Demir’i oyunmuş gibi dahil etmeye ve kendimden uzak tutmaya çalışarak biraz spor yapıyorum aldatmacası. Akşama yemek gerek. Babacık geldi gelicek, hadi pencereden bakalım oğlum. 
Yemek, oyun, uyku öncesi Demir çoşkusu, çoşku sonrası Demir ağlaması. 
Ve yatak. 
Merhaba yatak, canım benim. 
Ninni 1, ninni 2. 
Bu kez uyumayacağım, kalkıp saçıma maske yapacağım, uyumayacağım. Uyuma, uyuma, uyu, uyu, uyu zzZZZzzzzZZZZZzzzZzzZzzzzzzz.


Wednesday, November 12, 2014

Kasım'ın 8'i

Ege'nin sonbaharına, kışına gelecek yaza kadar hayret edip duracağım sanırım. Geçen cumartesi hava muhteşemdi. Demir'in hasta olmayacağından emin olsak kesin denize girmiştik. Ankara'da yıllardır mevsim yazdan kışa atladı ve ben geçen kış sisten, karanlıktan, soğuktan dolayı Demir'le eve hapsolmaktan çok mutsuzdum. 
Bu sonbahar üzerimize birer ince ceket alıp günde iki defa park mesaisi yapabilmek ikimize de çok iyi geldi. 
Güzel havaların mutlulukla kesin bir alakası var!

Saturday, November 1, 2014

3 gün

  
 Bu hayatta çok ama çok sevdiğiniz iki arkadaşınızın evli olmasından ve onların siz kendinizi yalnız hissetmeyin diye ilk fırsatta(gerçekten ilk fırsatta) atlayıp yanınıza gelmelerinden daha iyi ne olabilir? 
3 gün boyunca hiç ses çıkarmadan ve hatta mutlulukla 1.5 yaşındaki, gününün yarısını kovalamacalı saklambaç oynayan ve diğer yarısında da aynı kitaptaki 100 hayvanı sizden defalarca canlandırmanızı isteyen oğlunuza gönüllü ve tam zamanlı bakıcılık yapmaları(kıh kıh kıhhh). 
Son zamanların en muhteşem 3 günüydü. Tüm insanlığa ve Demir'e çok seveceği, çok güveneceği, tartışıp on dakika sonra kucaklaşacağı, çocuğunu kucağında gördüğünde nineler gibi duygusallaşıp gizlice ağlayacağı, kahvaltıda bal yemedi diye mızırdanacağı, daha ayrılmadan bir sonraki buluşmayı planlayacağı, çok ama çok seveceği, kucağına alıp havalara uçurmak isteyeceği arkadaşlar dilerim.
İtirazı olan yoksa dağılabiliriz.