Kara kışın sonu oradan da görünüyor mu sevgili okur? Şubat
demek nereye nasıl neden düştüğünü bilmesek de o çok bayıldığımız cemreler
demek, e artık neredeyse bahar demek, güneşe aldanıp cıbıl cıbıl dışarı çıkıp
bütün kış hasta olmamışken yatak döşek yatmak demek. Pek üşümeyen ve ben
üşümediğim için çocuğumun da üşümediği düşünen bir insan olduğum için toplum
tarafından en çok kınanan anne modeli de oluyorum tahmin edeceğiniz üzere.
Baharın ve akabinde yazın gelmesine en çok, ‘çocuk terledi sırtına bişi
koymayacak mısın?’, ‘içine külotlu çorap giydirmiyor musun?’ vb sorularla
üzerimde oluşan mahalle baskısından kurtulacağım için seviniyorum sanırım. Yok
ya manyak mıyım niye en çok buna sevineyim. Kim takar mahalle baskısını.
Baharda güzelim Ege köylerini gezip yüreğimi pır pır uçuracağım için, sonra yaz
gelince her haftasonu yoklama alıyolarmış gibi kendimizi Altınkum’a atacağımız
için seviniyorum.
Biz Uçallar olarak kışın üşüttüğü son günlerde yine
ailemizin rutinlerinden şaşmadık ve kendimizi ormana komşu bir köye atıp dereye
taş atmak olsun, dağ tepe yürüyüşü yapıp ormana, ağaca, yeşile methiyeler
düzmek olsun, dalında çürümüş narlara, ağaçlardan yerlere dökülmüş cevizlere bakıp
tabiat ananın önünde diz çökmek olsun ve sonra da çok hesapta olmayan bir
şekilde köpekler tarafından kovalanarak arabaya kendimizi zar zor atmak gibi aktivitelerimizi yerine getirdik.
Hava durumunun bu şımarıklığımıza tokat gibi soğukla cevap
verdiği bir gün de şehrimizin müzeleri boynu bükük kalmasın gidelim gezelim
deyip, kendimizi İzmir Arkeoloji ve Etnografya müzelerine attık. Adamlar
milattan önce bu tunç heykelleri bu güzellikte nasıl yapmışlar yakarışları bir
süre sonra benim müzeden eve kilim ve kendime takı seçmeye başlamamla
ciddiyetsiz bir hal aldı. Zaten Demir de bin yıllık kalıntılara oyuncaklarını
park etmeye başlamıştı. Bir de utanmadan müzedeki her şeyden daha çok müze binasının kendisine hayran kalmıştık. Belki de o günlük o kadar aksiyon yeterdi.
Sonra bir gün bizi özlemiştir diye Kent Ormanı’nı ziyarete
gittik. Denize nazır parkta oynayıp, milyonunca kez boşu boşuna scooterları
yanımızda taşımış olduk. İnsanların emek emek diktiği menekşelerden koparıp, 'mov cicek' dansımızı neşeyle ve arsızca kamuoyuna sunduk.
Hafta içi hayatımın, peynirli omlet ve harnup pekmeziyle
meyve suyu hazırlayarak başlayıp akabinde kemik suyuna çorba filan yaparak
devam ettiği ve çocuk parkına gitmenin genellikle en büyük eğlencem ve
yorgunluğum olduğu düşünülürse, şu an
eskisi gibi bütün günümü bir işte çalışarak harcamıyor olsam da yine en çok hafta
sonları gerçekten yaşıyor gibi hissetmem normal sanırım. Ne demişler bilirsiniz, ‘Günün nasıl
geçiyorsa, ömrün öyle geçer.’ O zaman her gün tereyağda yumurtaya, parkta
uçarcasına salıncakta sallanmaya, boyamaya, şarkı söylemeye ve hafta sonu hava
güzel olsun diye dua etmeye devam:)