İzmir'in beni mutlu ettiği bir günden bahsederken konu ister istemez Ankara'ya bağlanıyor ve ben sürekli eski sevgilisini şikayet edip çekiştiren tipler gibi hissediyorum. Ama geçtiğimiz Pazar günü tam da öyle bir gündü ve şu an biraz Ankara dedikodusu kaçınılmaz. İzmir'i ne zaman tam olarak kanıksar, sürekli Ankara'yla kıyaslamayı bırakırız bilmiyorum. Ama sürekli ve durmaksızın ömrümün en acaip yağmurlarını gördüğüm bu İzmir kışında, Ankara'dayken internetten yağmur yağmadı bu yaz kesin susuz kalıcaz korkusuyla barajların doluluk oranlarını her gün kontrol edişimiz geliyor aklıma. İzmir'in de soğuğu soğuk ama en azından aydınlık. Güneş ısıtmasa da kışın, en azından aydınlatma görevini yerine getiriyor. Ankara'da çalıştığım şirkette bütün kış ve sonbahar boyu sürekli duyduğum bir cümle vardı. Hava tam evde yatma/battaniye altında kitap okuma/camdan dışarı bakıp kahve içme havası. Bu cümlenin İzmirde pek popüler olduğunu düşünmüyorum. Yağmur yağmıyorsa hava genelde dışarı çıkma havası gibi oluyor. Ya da sadece bizim gibi yıllarca Ankara ayazına maruz kalıp sel filan olmadıkça uygun kıyafet ve ekipmanla dışarı çıkmanın mutlaka bir yolunu bulanlar için geçerli bu durum. Hikayenin Ankara-İzmir analiz kısmını geçersek, evet pazar günü hava muhteşemdi. Demir olmasa denize girerdik filan deyip ayağımızı elimizi suya sokup donunca farkettik saçmaladığımızı. Mart ayında denize girmesek de olur elbet. Kumsalda montsuz oturup, Demir'i arabasında uyutup deniz kenarında bir masada güneşin kemiklerimizi ısıtmasını hissetmek, evden çıkıp yarım saat sonra Urla'da kahvaltı etmek, dönüşte pazara uğrayıp pazarcılar tarafından ayaküstü ege otları dersine maruz kalmak da yeter.
E o zaman hadi hemen yine haftasonu gelsin de, Alaçatı ot festivali iştirakçıları olarak şükür ve minnet duaları eşliğinde kendimizden geçelim bu kez de.
Hızlı çarşambalar, perşembeler, cumalar, keyifli ve uzun cumartesiler ve pazarlar dilerim efenim.