Showing posts with label izmirde hayat. Show all posts
Showing posts with label izmirde hayat. Show all posts

Monday, April 18, 2016

Şubatın 29'u




Neredeyse Mayıs geldi ama bu fotoğrafları bloga koymadan iki satır yazmadan olmaz. Bu fotoğraflar şubat 29'un fotoğrafları. Baba Uçal için deniz sezonunu açmanın, bebe Uçal için saatlerce kumsalda koşturup, her tarafını kumla doldurup belden aşağısını denizde yıkamanın fotoğrafları. Ankara'da evimizi, arkadaşlarımızı, okulumuzu, işimizi, maaşımızı bırakıp neden batıya göç ettiğimizin fotoğrafları. Evden çıkıp bir saat sonra, rüzgarsızken Maldivler'e taş çıkaran Ilıca'ya ulaşabilmenin mutluluğunun ve haklı gururunun fotoğrafları. 
Şubat'ın 29'unda içimiz pır pır, şükür dualarıyla deniz sezonunu açtık bu sene ama arkasında zor vazgeçişler, "hadi biz yaparız"lar, "neden olmasın"lar, hasretler, özlemler ama yine de çokca "iyi ki"ler var. 

Friday, March 4, 2016

Hayaller&Hayatlar


Çok özendiğim şeyler var hayatta. Biri  insanın bir köyünün olması. Kasaba da olur, ilçe de, bir şehrin bir mahallesi de aslında. Sevdiğim şey, dönüp dolaşıp çocukluk anılarında hatırladığın mutlu anların geçtiği yer. Aileden sayılan komşular, sokakta oynanan oyunlar, beraber yenen dünyanın en basit ama lezzetli yemekleri. Benim çocukluğumun o mutlu anılarında ananemin evi var sadece. O evin kokusu, ışığı, bahçesi, ananemin al yanakları, neşeyle coşmasa da huzurun hep var olduğu o ev. Ama o kadar. Ve o ev şimdi benden kilometrelerce uzakta, benim mutlu anılarımla birlikte yapayanlız tozlanıp duruyor. Daha fazlası olsun isterdim. Yaşayan bişeyler kalsaydı keşke. Hayal meyal o anıları canlı tutacak şeyler keşke hala hayatımda olabilseydi. Neyse yazının burasını bu kadar uzatmayacaktım, depreştim:) Demir'in içinde kaçınılmaz bir şekilde büyüyeceği modern ve suni hayatın paralelinde haftasonu için de olsa yaşayacağı, içinde toprağa çıplak ayakla basmanın, dere şırıltısını dinleyerek hamakta uyumanın, ceviz ağacından ceviz toplamanın, komşuların tavuklarını besleyip keçilerini kucaklamanın olduğu bir hayatı da olsun istiyorum. Aslında bunu sadece Demir için değil hem kendim hem ailemin geri kalanı için de çok istiyorum. Hepimizin buna ihtiyacı var, adım gibi biliyorum. Ve oturduğu yerden köy hayatına imrenip, sonra avmlere koşan şehir avaneleri gibi yeterince yaşadım. Olur mu olmaz mı bilinmez. Belki koşa koşa geri kaçarız, belki haftasonundan haftaiçine uzatırız geçirdiğimiz zamanı ama deneyeceğiz. Şehir hayatından artık tamamen vazgeçebilmemiz pek mümkün değil. Ama bir ayağımızın bir köyde olmaması için de bir sebep yok. Artık küçük bir ev, biraz da meyve ağacı için bir yerimiz var Ege'nin bereketli köylerinden birinde. Umarım herşey hayal ettiğimiz gibi olur, Demir büyüdüğünde mutlu çocukluk anılarından hep anar bu köyü, o ceviz ağacını, dereyi, arkasında uzanan ormanı, kucaklayıp sevdiği komşu Mukaddes teyze'nin keçilerini. 
Bize şans dileyin. 
Kendi hayallerinize de bir şans verin bu bahar.
Sevgiler, hürmetler
Funda the köylü:)

Monday, February 29, 2016

Birgi



Önceki haftasonu en sonunda Birgi'ye gitmeyi başarabildik. Birgi'ye giden yol mu Birgi'nin kendisi mi daha güzel bilmiyorum. İzmir'de genel olarak yollarda olmaya bayıldığımdan abartıyor muyum diye de şüphe ediyorum her zamanki gibi. Ama bütün yol boyunca -kışın ortasında olmamıza rağmen- yemyeşil kırları, atları, inekleri kuzuları, sanat eseri gibi çiçeklenmiş ağaçları, çimlerin yeşilini örtecek kadar coşmuş papatyaları gelincikleri görmek bana Birgi yolunu sanki bir saatlik bir yağlı boya tablonun içinden geçerek bitirmişiz gibi hissettirdi. Abartmıyorum ya. Du bakim bi daha sorayım kendime, yok valla abartmıyorum. Eksiği var, fazlası yok.  Yalnız Birgi'ye gitmek için çok uygun bir gün seçtiğimiz söyleyemeyeceğim. Hava İzmir'den baya soğuktu ve ben çok da adetim olmayan bir şekilde baya üşüdüm. Köyü gezdik, eski evleri sevdik, tavukları kovaladık, teyzelerle köy mü güzel şehir mi muhabbeti çevirdik, tezgahlardan üç beş bişeyler aldıktan sonra buraya kadar geldik, Gölcük'e gidip göl kenarında oturup biraz öyle dönelim diye düşündük. Düşündük iyi güzel de, 10 dakikalık yolda, termometrenin gösterdiği sıcaklık 15'ten 0'a düştü. Ve göl, ayağını suda ıslatacak kadar yakınlaşmadığın sürece görünmeyecek şekilde sisler altındaydı. Güzel korku filmi, ya da klip filan çekilecek ortamdı, çocukla haftasonu gezisine aynı şekilde uygun olduğunu söyleyemeyeceğim:) Gölcük'ten yukardaki son fotoğrafı çekip, üç dakika kalarak son gaz Ödemiş'e Ödemiş köftesi yemeye döndük. Demir 'hayıv anne hayıvvv' gününde olduğu için köfteleri yiyip kalkmamız 10 dakika sürdü, o sebeple siz uygun bir ödemiş köfte fotoğrafı seçip bu yazının son fotoğrafı gibi hayal edin lütfen. Ben bir daha bu civara hava sıcaklığı 30 dereceyi bulmadan gelmem sanırım. Elbet temmuz sonu baharı özlediğimiz bir gün gelir, o zamana kadar elveda Birgi, elveda Gölcük, elveda mecburen ve maalesef Ödemiş köftesi!

Monday, February 8, 2016

Hafta sonuna serenad


Kara kışın sonu oradan da görünüyor mu sevgili okur? Şubat demek nereye nasıl neden düştüğünü bilmesek de o çok bayıldığımız cemreler demek, e artık neredeyse bahar demek, güneşe aldanıp cıbıl cıbıl dışarı çıkıp bütün kış hasta olmamışken yatak döşek yatmak demek. Pek üşümeyen ve ben üşümediğim için çocuğumun da üşümediği düşünen bir insan olduğum için toplum tarafından en çok kınanan anne modeli de oluyorum tahmin edeceğiniz üzere. Baharın ve akabinde yazın gelmesine en çok, ‘çocuk terledi sırtına bişi koymayacak mısın?’, ‘içine külotlu çorap giydirmiyor musun?’ vb sorularla üzerimde oluşan mahalle baskısından kurtulacağım için seviniyorum sanırım. Yok ya manyak mıyım niye en çok buna sevineyim. Kim takar mahalle baskısını. Baharda güzelim Ege köylerini gezip yüreğimi pır pır uçuracağım için, sonra yaz gelince her haftasonu yoklama alıyolarmış gibi kendimizi Altınkum’a atacağımız için seviniyorum.

Biz Uçallar olarak kışın üşüttüğü son günlerde yine ailemizin rutinlerinden şaşmadık ve kendimizi ormana komşu bir köye atıp dereye taş atmak olsun, dağ tepe yürüyüşü yapıp ormana, ağaca, yeşile methiyeler düzmek olsun, dalında çürümüş narlara, ağaçlardan yerlere dökülmüş cevizlere bakıp tabiat ananın önünde diz çökmek olsun ve sonra da çok hesapta olmayan bir şekilde köpekler tarafından kovalanarak arabaya kendimizi zar zor atmak gibi aktivitelerimizi yerine getirdik.



Bir başka gün hava çok güzel işte İzmir buu nidalarıyla kendimizi Urla’ya atıp, çocuğumuzu denize düşürüp, tshirtle dolaşarak ay çok sıcak triplerine girdik. Ve evet çocuk küreğini kaybettiği için mutfak gereçlerini ele geçirdi. Ve yine evet babanın çizmesi metrodan, oğlanın çizmesinin 4te 1 fiyatına alındı:)



Hava durumunun bu şımarıklığımıza tokat gibi soğukla cevap verdiği bir gün de şehrimizin müzeleri boynu bükük kalmasın gidelim gezelim deyip, kendimizi İzmir Arkeoloji ve Etnografya müzelerine attık. Adamlar milattan önce bu tunç heykelleri bu güzellikte nasıl yapmışlar yakarışları bir süre sonra benim müzeden eve kilim ve kendime takı seçmeye başlamamla ciddiyetsiz bir hal aldı. Zaten Demir de bin yıllık kalıntılara oyuncaklarını park etmeye başlamıştı.  Bir de utanmadan müzedeki her şeyden daha çok müze binasının kendisine hayran kalmıştık. Belki de o günlük o kadar aksiyon yeterdi.



Sonra bir gün bizi özlemiştir diye Kent Ormanı’nı ziyarete gittik. Denize nazır parkta oynayıp, milyonunca kez boşu boşuna scooterları yanımızda taşımış olduk. İnsanların emek emek diktiği menekşelerden koparıp, 'mov cicek' dansımızı neşeyle ve arsızca kamuoyuna sunduk.



Hafta içi hayatımın, peynirli omlet ve harnup pekmeziyle meyve suyu hazırlayarak başlayıp akabinde kemik suyuna çorba filan yaparak devam ettiği ve çocuk parkına gitmenin genellikle en büyük eğlencem ve yorgunluğum olduğu düşünülürse,  şu an eskisi gibi bütün günümü bir işte çalışarak harcamıyor olsam da yine en çok hafta sonları gerçekten yaşıyor gibi hissetmem normal sanırım.  Ne demişler bilirsiniz, ‘Günün nasıl geçiyorsa, ömrün öyle geçer.’ O zaman her gün tereyağda yumurtaya, parkta uçarcasına salıncakta sallanmaya, boyamaya, şarkı söylemeye ve hafta sonu hava güzel olsun diye dua etmeye devam:)

Monday, December 28, 2015

Kapanış




Bu sayfaya hep çok güzel şeyler yazmak istiyorum. Ve gerçek olan şeyler. İçimden gelenleri. Bilgisayarın başına oturduğumda uzun uzun düşünmeden içimden akanları. Hepsi birlikte olmuyor çoğu zaman. Bu aralar-ne kadarlık bir zaman dilimine tekabül ettiğine emin olamıyorum- iyi şeyler çıkmıyor içimden. Tam Taza ve ailesinden iki çocuk ve salonda bir bisikletten başka neyimiz eksik diyorum, biz de gülelim, çimlerde yuvarlanalım, kışa inat üşümüyormuşuz gibi(ki gerçekten üşümüyorum) oramızı buramızı açıp kınayan bakışlara maruz kalalım ve tek derdimiz bu olsun diyorum. Olmuyor tabi. Kime neyi anlatıyorum ben. Savaş bitse, çocuğa şiddet bitmiyor, o bitse doğa katliamı bitmiyor, ODTÜ'yü yıkalımcılar çıkıveriyor bir köşeden. Ne tam olarak yüzümü dönebiliyorum olan bitene ne arkamı. Huzur iki türlü de uzak. İçime oturmuş bir büyük çaresizlikle, yer beni ağırlığımca yer çekimi kuvvetinden çok daha güçlü çekiyor sanki kendine. Ve annelik hem mutsuzluğumu katlayan, hem de sanki biricik şifam. Bu dünya çocuk masumiyeti, naifliği için çok kötü ile, dünya sırf çocuklar için daha iyi bir yer olmalı arasında gidip geliyorum. Bu yaptıklarımızı bu çocuklara nasıl reva görüyoruz anlamıyorum. 

Anlayamarak ve inanamayarak bir yıl daha bitti. Umarım hakikaten kıymetli olan ne varsa o bizimle olur yeni senede. Can güvenliği, sağlıklı&temiz gıda, işini bilen seven eğitimciler, iyi haberler, dostlarla muhabbet, derin deliksiz uykular, gönül rahatlığı, barış, üşüyen çocuklara mont ve bot, anne baba şefkati, çocuk haklarına saygı, insan haklarına saygı, başka olana saygı, barış(evet ikinci kez), kınamayan anlayan bakışlar, tabiatın sırlarını anlamak, toprağa basmak, güneşe dönmek, sıcak yaz günleri, ılık bahar rüzgarları, ne bileyim bereketli yağmurlar, balın hakikisi, meyvenin sebzenin hormonsuzu, temiz hava, içilebilir su. Hepsi hepimizin olsun. 

Bunları halledelim seneye, yeni yıl dileklerine istediğimiz bikaç şımarık dilek daha ekleriz. Hiç giymeyeceğimi bilsem de çok sevdiğim o ince bantlı kırmızı topuklular gibi. 
Söz!
Mutlu yıllar hepinize, yeni yıl geçen yılı aratmasın!