Tuesday, March 24, 2015

Urla


İzmir'in beni mutlu ettiği bir günden bahsederken konu ister istemez Ankara'ya bağlanıyor ve ben sürekli eski sevgilisini şikayet edip çekiştiren tipler gibi hissediyorum. Ama geçtiğimiz Pazar günü tam da öyle bir gündü ve şu an biraz Ankara dedikodusu kaçınılmaz. İzmir'i ne zaman tam olarak kanıksar, sürekli Ankara'yla kıyaslamayı bırakırız bilmiyorum. Ama sürekli ve durmaksızın ömrümün en acaip yağmurlarını gördüğüm bu İzmir kışında, Ankara'dayken internetten yağmur yağmadı bu yaz kesin susuz kalıcaz korkusuyla barajların doluluk oranlarını her gün kontrol edişimiz geliyor aklıma. İzmir'in de soğuğu soğuk ama en azından aydınlık. Güneş ısıtmasa da kışın, en azından aydınlatma görevini yerine getiriyor. Ankara'da çalıştığım şirkette bütün kış ve sonbahar boyu sürekli duyduğum bir cümle vardı. Hava tam evde yatma/battaniye altında kitap okuma/camdan dışarı bakıp kahve içme havası. Bu cümlenin İzmirde pek popüler olduğunu düşünmüyorum. Yağmur yağmıyorsa hava genelde dışarı çıkma havası gibi oluyor. Ya da sadece bizim gibi yıllarca Ankara ayazına maruz kalıp sel filan olmadıkça uygun kıyafet ve ekipmanla dışarı çıkmanın mutlaka bir yolunu bulanlar için geçerli bu durum. Hikayenin Ankara-İzmir analiz kısmını geçersek, evet pazar günü hava muhteşemdi. Demir olmasa denize girerdik filan deyip ayağımızı elimizi suya sokup donunca farkettik saçmaladığımızı. Mart ayında denize girmesek de olur elbet. Kumsalda montsuz oturup, Demir'i arabasında uyutup deniz kenarında bir masada güneşin kemiklerimizi ısıtmasını hissetmek, evden çıkıp yarım saat sonra Urla'da kahvaltı etmek, dönüşte pazara uğrayıp pazarcılar tarafından ayaküstü ege otları dersine maruz kalmak da yeter. 
E o zaman hadi hemen yine haftasonu gelsin de, Alaçatı ot festivali iştirakçıları olarak şükür ve minnet duaları eşliğinde kendimizden geçelim bu kez de.
Hızlı çarşambalar, perşembeler, cumalar, keyifli ve uzun cumartesiler ve pazarlar dilerim efenim.


10 comments:

  1. Güzel anne, güzel bebek, güzel yazı, içim açıldı... Teşekkürler...

    ReplyDelete
  2. Bayılıyorum sadeliğine, yazılarına, şu blog dünyasında düzenli takip edebileceğimiz kaç kişi kaldı ki..

    ReplyDelete
    Replies
    1. O kadar az yazabiliyorum ki:/ Teşekkürler bu motive edici yorum için^^

      Delete
  3. Ankaranin ozlenecek hic bi tarafi yok zannimca..istanbuldan gelen ve nerdeyse 1 yila yakin ankarada ikamet eden biri olarak soyleyebilirim ki ankarada denizin olmamamisi can sikici.her gun dua eden ve kocasinin basini yiyen biri de benim.kucuk su birikintilerine gol diyen ankaralilara selam olsun ben istanbulumu ozledim ya da deniz ozledim yosun kokusu ozledi.

    ReplyDelete
    Replies
    1. ODTÜsü var, orda bıraktığımız dostlarımız var, pek önemli bişi yok başka da. Umarım kavusursun özlediğin yere, insanın mutlu olmadığı bir yerde yasaması kanamayan ama sürekli hafif hafif acıyan bir yarayla yasamak gibi. Bana oyle geliyodu diyelim:)

      Delete
  4. Yazılarını okumak çok mutlu ediyor beni, iyi tanıdım seni, Demirin annesi..

    ReplyDelete
    Replies
    1. bazen aşırı karamsar olabiliyorum ama hemen geçiyor, yazılar umutsuzluk yerine mutluluk hissettiryosa ne güzel. hatta ohh be:)

      Delete
  5. keşke daha sık yazsan :) hamile olduğun dönemki gibi
    ben de çok seviyorum yazdıklarını okumayı
    sevgiler..

    ReplyDelete
  6. canımın içi/içleriiii nasıl seviyorum seni, sizi, yazılarını/yazdıklarını okurken tam da dedigin gibi "hikaye dinler gibi" hayaller kurmayı (evet onu diger postunda dedin ama olsun, sonucta anladın sen beni:P ), ballandıra ballandıra agzımın suyunu akıttıgın Ege'yi.. sen böyle anlattıkca depreşen ege aşkımla beraber İzmir'e taşınma hayalimi sevdim ben bide:) Her ne kadar cok uzak olsa da gerçekleşmesi..
    Sen benim için de ot festivalinde taze reyhan kokusunu içine çekmek, dolmasını yapmak için kabak çiçeği almak ve Alaçatının sokaklarında süpürge kirpiklimle amacsızca gezmek ister misin? Lütfen diyorum bak <333

    ReplyDelete