Wednesday, June 1, 2011

Ich bin ein Berliner


Berlin.

Sana tam da gezmeye doymuşken geldim.

Ama haksızlık etmek istemem.

Hayatımda gördüğüm en büyük yeşil alanı gördüm.

Hayvanat bahçesinin iyisi olmaz ama dünya gözüyle bir panda gördüm, iki kelam laf ettim.

Orangutan denen komik yaratık, seni çok sevdim.




Metroda bilet alırken Türkçe menü seçmek mümkün, Türkçe anons duymak da.

Hatta bankta oturup dinlenirken, bir düğün konvoyu görüp Türk olduklarına iddiaya girmek de mümkün.

Arabaların trafiğin ortasında durup, son ses “çekirgeyi salıverdim” eşliğinde Ankara havası oynamalarını görüp iddiayı kaybetmek de.

Currywurst bana göre değil, Vapiano yine risksiz yemekler için doğru adres.

Ey İtalyan mutfağı, sen ne büyüksün.

Einstein cafe de kuşkonmaz yiyip, Peretti de kuşkonmaz çorbası içilesi.




Alexanderplatz çok muhteşem ama az popüler sanki.

Ampelmann Doğu Almanya'nın çok popüler mirası. 

İnsan bu şehirde trafik ışıklarını seviyor.


Sonra Berlinde.

Konzerthaus da Fazıl Say konserini programın tepesinde görüp yoksaydığın milliyetçi duygularınla karşılaşırsın.

Havaalanında, Burhan Öçal’la karşılaşıp konserine davet alır, uzak olduğu için gidemezsin.

Pergamon Museum’da senin topraklarına ait olduğunu düşündüklerine üzülsen mi, adamlar korumuş kollamış deyip sevinsen mi bilemezsin.

Müze adası civarında bir pazar bulur mutlu olursun, bütün o berelerin, termosların, madalyaların gerçekten savaştan kaldığına inanmak da istersin.



Sonra çok yorulursun, evini özlersin.

Bütün o muhteşem binalar, bütün tarih, sıkıcı ve saçma gelmeye başlar.

Sonra nehrin kenarında, sanki herkesten saklanmış dünyanın en muhteşem anına denk gelirsin.

Bir genç çift kucaklarında bebekleriyle ve yanlarında bir sürü başka çiftle Somewhere over the rainbow eşliğinde vals yapıyor.

Bütün kadınların gözleri kapalı, bütün adamların kolları kadınların bellerinde sıkı sıkı.

Neden bu kadar uçup, bu kadar yorulduğumu hatırladım.
 
Berlin beni mutlu ediyosun.

Sen de ol.




No comments:

Post a Comment