Roma’dan döneli epey oldu ama yazmak için beklemeye
ihtiyacım vardı. Ha sanki çok mu vaktim vardı yazmak için. Yok. Ama beklesem
iyi olurdu. Çünkü elim ya annemin ameliyatını anlatmaya, ya teröre saydırmaya,
ya çocuklara dokunanlara küfretmeye gidiyordu. Daha sakinim bugün.
Bilgisayarımın yanına pazardan aldığım pembe güllerimi koydum, çocuğumu
uyuttum ve uzun zamandır ilk kez uyuturken uyumamayı başardım(olleyy!!!), e biraz Roma’dan bahsedebilirim.
Roma’ya 2 çocuklu aile gittiğimiz için Airbnb’den iki yatak
odalı bir ev bulduk. Ev Vatikan’a 5-10 dakika yürüme mesafesindeydi. Aslında
baya merkeziydi ama pusetler, çocuklar tatilin içinde olunca daha çok
takıldığımız Piazza Navona civarında kalsak daha iyi olabilirdi. Ama yine de
Erman’ın muhteşem harita okuma yeteneği:)
ve "gideceğimiz yere sadece 1.7 km uzaktayız hadi yürüyün" tarzı motive(!) edici
konuşmaları sayesinde sadece yemek yemek için gitmiş gibi davrandığımız Roma’da
bünyemize kattığımız onca pizzanın, makarnanın, dondurmanın telafisini şehri
oradan oraya yürüyerek yapmış olabiliriz.
Roma’da bazı günler onlarca bazı günler hiç fotoğraf
çekmemişiz neredeyse. Hiç fotoğraf çekmediğimiz günler Ankara’da bombanın
patladığı günün ertesi kendimizi evden dışarı zorla atıp, atarken de hem benim
çantamı hem de fotoğraf makinasını evde unuttuğumuz güne ve Demir’in ateşlenip
hasta olduğu son güne denk geliyor. O yüzden bu yazının fotoğraflarını neye
göre kategorize edeceğimi bilemedim. Bu yazıda coşkulu ve heyecanlı olduğumuz
ilk günlerden birinin fotoğrafları var. Gezi planımızı çoğunlukla yemek yenecek
yerlere göre yaptığımız için arada bazı yemek tavsiyeleri de bulabilirsiniz.
Hadi başlayalım.
Kahvaltıyı evde yapıp, ısrarla her yerde karşımıza çıkan ve
gitmezseniz siz kaybedersiniz denilen Caffe Greco’ya kahve içip, meşhur
tiramisusundan ısmarlayıp vakti zamanında bu mekanda takılan kıymetli
büyüklerimizin(Goethe filan:))
izlerini sürmeye gittik. Hiç tiramisu insanı değilim ama tüm katılımcılar
tiramisuya tam puan verdi. Ama ben fotoğrafını bile çekemediğimiz, Berilişkom
hariç 5 koldan saldırıp dakikada tükettiğimiz kırmızı meyveli cheesecake için
şiir yazabilirim. Çok güzeldi. Demir hasta olmasaydı son gün iki tane daha
yiyip baygınlık geçirmek istiyordum. Olmadı. Napalım, mecbur bir daha gidicez.
Bu tarihi mekanda, tahmin edeceğiniz üzere Roma’da içtiğimiz en pahalı(8 euro
sanırım) kahveleri içtik. Biraz pahalı Roma ortalamasına göre ama bence değer.
Gidiniz.
İlk kez selfie çubuğu aldık, kullandık. Nasıl desem biraz utanç verici geldi bana:)
Daha önce de bir kere Roma’ya gelmiş ve yürüyüp yürüyüp
birden karşımda Kolezyum’u görünce aynı şeyi hissetmiştim. Bazı turistik
yerlerin, tarihi yapıların abartıldığını düşünürüm. Kolezyum onlardan biri
değil. Tüm kirli ve acaip geçmişine rağmen, bildiğim gördüğüm dünya üzerindeki en
muhteşem ve karizmatik mimari yapı benim için. Çok yakışıklı buluyorum
kendisini:)
Ve bu kez yolumuz Kolezyum’a çok güzel bir havada ve çok güzel bir ışıkta, çok
da kalabalık olmayan bir anda düştü. Beril’im yemeğini yedi, Demir yine
güvercinleri kovaladı kimsenin basmadığı çimlerin üzerinde. Geçen sefer içini
gezememiştik, bu kez iki pusete ve iki çocuğa rağmen girdik. Beklentimiz
düşüktü ama mutlu olduk. İçerde muhteşem şeyler gördüğümüz için değil, içerde
olmak, arenaya bakıp nefes alıp birden çok antik bir anın içindeymişiz gibi
hissetmek güzel olduğu için.
Akşam yemeği için Sezin’in ve şu an hatırlamadığım birkaç
kişinin daha önerisi olan Al34’e gittik. Rezervasyon şart diye duymuştum.
Öylece çıktık gittik ve nerdeyse boştu biz gittiğimizde. Deniz mahsullü makarna
yedim. Daha önce bir kere Venedik’te bir deniz mahsullü makarna yiyip yediğimiz
şeyin muhteşemliğine inanamamıştık Erman’la. Aptal gibi rehberin bizi götürdüğü
o restoranı bir daha bulamayıp, öyle tadı damağımızda dönmüştük yurda. O günden
beri her deniz mahsullü makarna girişimimiz o tadı aramakla geçer ama maalesef o
öyle tatlı bir anı olarak kaldı mazide. Burada yediğimiz de baya baya güzeldi
ama bizim çıta Venedikte’ki o sır restoranın makarnası olduğundan yine de 10
üzerinden 8.
Ve eve dönmeden bir kez daha Aşk Çeşmesi. Çünkü Demir bir
çizgi filmde Aşk Çeşmesi’ni görmüş, para atıp büyümeyi dileyen bir kedinin
kocaman olduğunu izlemişti ve çeşmeyi görüp para atmak ve dilek dilemek
istiyordu. Öğlen geldiğimizde uyuduğu için bu kez çocuğumun eline tutuşturup paraları
ite kaka insanları bir yer açtım kendisine havuz başında.
Bir büyük kamyon, bir
büyük araba ve babasının mutlu olmasını diledi son parasıyla tatlı çocuğum.
Ve
biz karnımız davul, kalbimiz eriyik, ayaklar haşat evimizin yolunu tuttuk.
Devamı çok yakında, yine burada.